Burnuma gelen keskin bir demir kokusuyla uyandığımda yerde yüzükoyun yatıyordum. Önümde kızıl bir toz bulutunun içinde boğazı kesilen, kolu bacağı kopan onlarca yarı çıplak adam birbiriyle çarpışıyor tüm güçleriyle haykırıyorlardı. Sağ kulağımdaki dayanılmaz uğultuyu durdurmak için başımı kaldırdığımda kulağımdan akan kanın içinde yattığımı görüp dehşete kapıldım. Bir an yerdeki kan birikintisinin üzerine yansıyan yüzüme baktım. Acaba kendi kulağını kesen ressam Van Gogh gibi bende şu anda kendi resmimi yapabilir miydim?
Ayağa kalkmama toz bulutunun içinden sıyrılıp gelen iki adam yardım etti. Beni omuzlayıp derme çatma bir çadıra soktular. Gözlerindeki sürme sıcaktan akmış derisi buruş buruş olmuş yaşlı bir doktor kulağımı sararken yerde inleyen yaralılara baktım. Çoğu ölmek üzereydi. Bunu bir tahmin olarak söylemiyorum. Tıbbi bilgilerime dayanarak bunu görebiliyordum.
Yerde inleyen hastalara tepeden bakan uzun boylu iri bir asker kapının yanında sessizce dikeliyordu. Benimle işi biten doktor koşarak bu iri yarı askerin yanına gitti. Adam dönüp sırtındaki kılıç darbesini gösterdi. Ben dışarı çıkarken doktor adamın sırtını dikmeye başlamıştı bile.
Aslında on iki yıl süren yoğun eğitimimde kılıç kullanmayı çok iyi öğrenmiştim. Hatta ata binebiliyor uçak kullanabiliyor yemek ve bomba yapabiliyordum. Ama M.Ö. 2500’lü yıllarda yaşayan gözü dönmüş binlerce adamla çölün ortasında yalnız başına olmak bambaşka bir şeydi. Bu biraz pratik meselesi ve ben henüz acemi bir kâşifim.
Duruşumdaki garipliği sezmiş olacak ki az önce çadırda gördüğüm adam beni kolumdan tutup çekti. Simsiyah teni kanla yıkanmış gibiydi. Etrafa salyalar saçarak “Asker kendine gel yoksa seni ben öldürürüm!” diye bağırdı. Ardından da cevap vermemi beklemeden beni savurup attı. Kalkar kalamaz ondan olabildiğince uzaklaştım. Amacım kimseyi kılıçtan geçirmek değildi. Tam aksine buraya bu zaman dilimine olabildiğince az etki etmeliydim.
Aslında buraya Büyük Kefu piramidinin yapım aşamasında hanedanın savaşta olmayan döneminde gelmem gerekiyordu. Ancak zaman metrik hesaplamalarda küçük bir hata yapılmış olacak ki kendimi bir savaşında içinde buldum. Daha da kötüsü piramidin yapımı çoktan bitmişti. Yine de geriye elim boş dönmeyi istemediğim için bir ay boyunca mısırlı bir halı satıcısının oğlunun bedeninde yaşamam gerekti. Bu süre içinde piramidin projelerinin nerede saklandığını öğrenip bir plan yaptım.
Çölde olmak boşlukta olmak gibidir. Sonsuz kum taneleri ve sonsuz sayıda gezegen… Yıldızlar, şimdi 1800’lü yılların Parisli hanımefendileri kadar hoş görünüyorlar. Oysa birçoğunda öldürücü gazlar yıkıcı patlamaların olduğuna şahit olmuştum. Yeni yaşamların keşfedildiği gezegenlere de rastladım tabi ancak bu keşiften öteye gidemedi. Bu noktada durumum Kolomb’un durumundan farksızdır. Yeni bir dünya bulursun yine de asla hak ettiğin değeri bulamazsın.
Ben Stehangen sisteminin ürettiği binlerce klon kaşiften yalnızca birisiyim. Eski zamanlarda insanların özel birer harf dizimi ile adlandırıldıklarını öğrenince şaşırmıştım. Çünkü benim adım 9740K. Kulağa telefon modeli gibi geldiğini biliyorum. Bunun anlamı 9000’inci klon merkezi 700’üncü sıra 40’ıncı klon kaşif. İşte hepsi bu kadar… Kişisel bir anlamı yok. Kişisel hiçbir şeyim yok. Evim diyebileceğim yer belki araştırma ve değerlendirme merkezi ADM’dir. Oraya görevim tamamlandığında dönerim. Sıradaki görev için almam gereken eğitimi alırım. Görev bitimine kadar yetecek derecede vücuduma enerji depolanır ve yeniden bir şeylerin peşine düşerim.
Zamanın var olagelmiş en hassas madde olması yaşam kontrol merkezi adını verdiğimiz -diğer tüm sistem, merkez ve yaşam alanlarını kontrol altında tutan- merkezin yöneticilerini kaygılandırsa zamanın gövdesine delikler açmaya asla son vermeyecekler. Zamanda en ufak bir yıpranma evrenin felaketine neden olabilir. Bu nedenle gönderildiğim her görevde orada daha önce hiç bulunmamış gibi davranmam yani zamanı aldatmam gerekir. Bulunduğum zaman diliminde oraya ait olmayan hiçbir teknolojiyi kullanamam. Bundan dolayı Mısır piramidinin, o devasa mezarın içine kendi ayaklarımla girip hazine odasında saklı parşömenlerde yazılı planları hafızama kazımak zorundaydım.
Mezarın içine açılan bir geçitten girebilmek için yüklü miktarda rüşvet vermeliydim. Tabi ki para ihtiyacımı giderecek eğitimler almıştım. Öğrendiklerimi geceleri açılan gizli kumar ve bahis oyunlarında kullandım. Üç haftayı aşkın süre boyunca gündüzleri halı satıcısı geceleri bir kumarbaza dönüştüm. Kendimi Dr. Jeklly gibi hissediyordum.
Arap babama bir kervana katılıp ticaret yapacağımı söyledim. Beni üzgün gözlerle uğurladı. Ondan ayrılınca gün boyu içip bir handa uyukladım. Gece ilerlediğinde beklediğim adam hana geldi. Onun ardından çıkıp deveyle gittiği yolu takip ettim. Karanlık bir köşede altınlarını alıp kayboldu. Ardından başka bir adam karanlığın içinden çıkıp önüme düştü.
Piramide yaklaştıkça siyahlar içindeki adam yavaşladı ve durdu. Onu zar zor seçebiliyordum. Devemi onunkinin yanına sürdüm. Elini açmış altınları istiyordu. Zeus aşkına! Henüz mezara varmamıştık bile! Sağ elinin hançerinin üzerinde olduğuna bahse girebilirdim. Yine de çaresiz istediğini verdim. Birden gecenin karanlığında parlak keskin bir ışık gördüm. Saniyeler sonra da gövdeme yayılan yakıcı bir acı hissi belirdi. İhanete uğramıştım. Bedenim bir un çuvalı gibi yere yığıldı. Kıpırdayamadım derin birkaç nefes aldıktan sonra öldüm.
***
“Görevinde sadakatsizlik, yetersiz kabiliyet ve başarısızlık… Kesinlikle dönüştürülmeli.”
Kurul başkanı bunları salonun ortasında duran merkez eğitmenine söylüyordu. Bense bir köşede yeniden merkezdeki bedenimin içinde o da bir kapsülün içinde öylece duruyordum. Konuşma hakkım yoktu yalnızca dinliyordum. Bir klon daha kaybetmek istemeyen merkez eğitmeninin dolgun yüzü daha da şişmiş gibi görünüyordu.
“Biliyorum bunu yapmaya yetkiniz var.” Ellerini ovuşturup açınca mavi bir bilgisayar ekranı havada belirdi. Ekranda hasta insanlarla dolu bir binadan görüntüler vardı. Konuşmaya devam etti.
“Ancak ona sormalıyız. Belki bu insanların medeniyetini yok eden virüsü araştırmak ister.”
Kızıl saçları dizlerine kadar inen kurul üyelerinden bir kadın
“Biliyorsun orada ölen bir klon asla geri döndürülemiyor. Burada ise bize bir faydası dokunacak bunun mantıklı olmadığını siz de biliyorsunuz.”
Kurul başkanı kararını açıklamak için son kez düşündü. Oraya binlerce kâşif gitmişti. Hepsi de görevlerinde başarısız olmuş ve kurtulmak umuduyla bunu kabul etmişti. Ancak kimse o zaman diliminden döndürülememişti. Bir kâşif daha mı harcayacaktı yoksa besin deposuna biraz daha protein mi ekleyeceklerdi?
“Seçimi 9740K’ya bırakıyorum. “
Kararını açıklayan kurul üyeleri bir sonraki mahkemeye kadar çekildiler. Geniş salonda eğitmen ile yalnız kaldım. Kapsülümün ayarlarını oynayıp beni çıkardı. Ben giyinirken konuşmaya başladı.
“Hayal kırıklığı. İnanamıyorum bütün bu imkânlar ve teknoloji dâhilinde hayal kırıklığı yaşadığıma inanamıyorum!”
“Efendim bağışlayın ancak tüm bu teknolojiler gönderildiğim yerde işime yaramıyor.”
“Tabi lordum isterseniz emrinize bir filo ile bir düzinede yapay asker verelim. Ardından bu saçma evrenin daha ne kadar saçmalayabileceğini birlikte izleriz!”
“Bağışlayın efendim.”
“Neyse eğitime dönemem gerek kurul seçimi sana bıraktı.”
“Nereye gönderileceğim?”
“R23 Virüsünü araştırmaya.”
“Metal gibi maddeleri de çürüttüğünü duymuştum.”
“Gereğinden fazla şey duyuyorsun işte bunun için başarısız oldun. Seçimin nedir?”
Düşünmek için saniyelerim vardı. Tüm gezegeni, büyük bir uygarlığı eritip tanımlanamayan bir sıvıya dönüştüren virüsün beni yok etmesini mi yoksa acısız şekilde bir ölmeyi mi tercih etmeliydim.
“Efendim ben bir kâşifim ve tabi ki keşfetmeyi seçiyorum.”
“Peki, hazırlan eğitimini üç saat sonra belirleriz.”
***
Bir insandan tek farkı burun ve kulaklarının yerine küçük hava delikleri olan yapay danışman, eğitmenin talimatlarını bilgisayara işliyordu. Aslında onun da bir bilgisayar programlaması olduğunu düşününce ortaya ironik bir durum çıkıyordu. Bu bilgisayarın ayarlamalarıyla eğitim alanları gerçeğe uygun şekilde birkaç dakika içinde tasarlanıyor ve hayata geçiriliyordu. Talimatları bitince eğitmen bana dönerek
“Tam sekiz gündür dinlenmiyorum. Enerji depolama kapsülüne girmeme daha iki günüm var. Bunun için beni iyi dinle sana bunları yeniden anlatamam. “
Karşıma geçip oturdu. Robotun salondan ayrılmasını bekledi. Geçtiğim psikolojik eğitimlerin etkisiyle söylediği birkaç kelimenin ardından tamamen ona odaklanmamı sağladı. Artık evrende bir deniz hayvanını anımsatan patlak dudaklardan çıkan kelimelerden daha önemli hiçbir şey yoktu benim için.
“Kâşif, sen Stehangen’in ayrılamaz bir parçasısın. Seni doğuran Stehangen’e borçlusun. Sen Klon 9740K’sın. Bu nedenle şerefli bir görev adına sisteminin devamı için buradan gönderileceksin.”
Bu cümleleri duyduktan sonra kendimi kontrol edemiyordum. Sanki bu kelimeler bedenimi kilitleyen kodlar gibiydi ve devamında gelen kelimeler beni yeniden yazılan bir program gibi yeni baştan ayarlayabiliyordu.
“Kâşif, Epnina adlı gezegene değişim yoluyla gönderileceksin. Burada R23 virüsünün bulaşmış olduğu bir kentte 26 yaşında bir gazetecinin bedeninde doğacaksın. Bu aşamada içinde bulunduğun bedenin tüm zihinsel aktiviteleri sıfıra indirgenecek. Stehangen seni geri çağırdığında beynin zihinsel aktiviteleri yeniden işleyecek. Eğer yabancı bedenin içindeyken öldürülürsen buradaki zihinin de ölecek. Amacın R23 virüsünün kaynağını bulup onun bir tanımını sunmak olacak. Eğer bu görevde başarısız olursan kurulun seni dönüştürme yetkisi olacak. Görev 9740K’ya verilmiştir.”
“Emredersiniz efendim!”
Bir haftalık hızlandırılmış bir eğitim aldım. R23 hakkında bilinenler çok sınırlıydı. Bu nedenle onunla savaşmak için nelere ihtiyacım olacağını kestirmek zordu. Her eğitimde olduğu gibi uzun süre nefesimi tutmayı, aç kalmamayı, insanları kandırabilmeyi öğrendim. Epnina gezegeni ile aşağı yukarı aynı teknolojiye sahiptik. Yalnızca iki gezegen arasındaki uzaklık farkı bizlerin ayrı zaman dilimlerinde yaşamamıza neden oluyordu.
Saatler süren eğitimlerin ardından hücreme kapatılıp bekliyordum. Bir haftanın sonunda yapay askerlerden ikisi beni hazırlamak için geldi. Her görevde olduğu gibi beni soyup devasa bir tüpün içine yerleştirdiler burada ayakta duruyordum. Tüpün içine beyaz kokusuz bir gaz veriliyordu. Bu gaz tüm bedenimi hareketsiz kılıyor bir kayadan farkım kalmıyordu. Ardından bedenimin ihtiyaç duyacağı tüm enerji serumlar sayesinde aktarılıyordu. Son aşamada bilgisayarın tiz sesini duyuyordum.
“9740K gönderildi.”
***
Doğmak yeniden ve yeniden… Yabancı bir bedende başka birinin düşüncelerini ezip geçmek… Tıpkı bir virüs gibi onu ele geçirmek… Bunu yapmaktan memnun muydum bilemiyorum. Yetişkin bir insan olarak klonlandığımdan bu yana yıllar geçmişti. Birçok görev almıştım. Onlarca bedene izinsiz yerleşmiştim ben bir kâşif miydim yoksa bir virüs mü? Zamanın güvenli duvarlarını kıran dengeyi bozan bir virüs… Düşünmeye vaktim yoktu.
Yerleştiğim beden uykudaydı. Kalkıp etrafı dolaştım. Geniş bir yaşam alanı vardı. Virüsün buraya ulaşmasına saatler kalmıştı. Çaresizdi. Uyku ilacı alıp uyumuştu. Hemen üzerimdekileri değiştirdim. Elleri çok zayıf kolları da güçsüzdü. Bu bacaklarla uzun mesafe koşamazdım. Üzerimi değiştirdikten sonra alandan çıkmak üzereydim ki salonun birinde açık bir bilgisayarın ekranı ilgimi çekti. Ekranda R23 ile ilgili çıkan haberler gazetecinin kendi araştırmaları ve bir makale vardı. Bunlar ADM’nin sahip olduğu bilgilerden kat kat fazlaydı.
Bilgisayardaki tüm verileri üç dakika içinde taradım ve hafızama kazıdım. Salondan ayrılırken yalnız olmadığımı fark ettim.
“Vulun uyanmışsın.”
Bugüne kadar onlarca kadın görmüştüm. Birkaçıyla evlenmiştim bile. Ancak kimse onu gördüğüm andaki gibi hissettirmemişti. Hatta ilk kez bir şeyler hissetmiştim. İlk kez duygularla tanışıyordum. Olabildiğince kısa konuşmalıydım. Oysa ona her şeyi anlatmak için can atıyordum.
“Evet, buradan uzaklaşacağım. Kendi başının çaresine bakabilirsin.”
Dağılmış saçlarını tutup şaşkın halde bana bakıyordu.
“Dün saatlerce kaçmak için yalvardım. Bunun boşuna olduğunu söyleyen sendin. Seni yalnız bırakmadım. Şimdi bu da ne demek oluyor! “
“Kararımı değiştirdim. “
“Anladım. Ben buradayım. Hiçbir yere gitmiyorum. Sanırım bu virüs düşüncelerimizle istediği gibi oynayabiliyor.”
Zaten gidecek bir yerinin olamadığını anlamıştım. İlk defa içimde yakıcı bir his duyumsadım. İnsanların “mutsuzluk” dedikleri şey sanırım bu olmalıydı ya da en azından ona yakın bir şey.
Yaşam alanından çıkıp küçük ama hızlı bir araç çaldım. Zaten terk edilmiş olduğundan kimsenin buna itirazı yoktu. İnsanlar yaşam alanlarının etrafına çıkmış dipsiz bir karanlığa doğru umutsuzca bakıyorlardı. Herkes araçlarla uzaklaşmaya çalışıyordu. Ancak uzaklardan gelenler de bu kaçışın anlamsız olduğunu fark etmiş gibiydi. Dışarıda karmaşa hâkimdi. Toplum güvenlik ekipleri görevini yerine getiremiyordu. Kimse mantıklı düşünemiyordu.
Aracımı trafik akışının tersine virüse doğru sürdüm. Herkes şaşkınlık içinde yol açıyordu. Plan yapacak kadar zamanım yoktu. O şey her neyse onu bulmalıydım. Kafamın içindeki tek ses buydu.”Onu bul ve tanımla!” O beni bulup öldürmeden yapmalıydım bunu. Geçtiğim yerlerde çürüyen insan bedenleri yıkılan binalar gittikçe artıyordu. Havada ışıltı bir toz vardı. Rengi çoğu zaman turuncu yer yer yeşile dönüyordu. Toz bulutlarının içinden etraftaki her şeyin devasa yapıların bile eriyip sim siyah bir sıvıya dönüştüğünü görüyordum.
Tüm bunlar bilgisayarda okuduklarımla aynıydı. Aracı yoğun turuncu bir bulutun içinde durdurdum. Bir makale Feer adlı bilim insanı bu gazın gezegene ait olmadığını hatta bu zaman dilimine bile ait olmadığını savunuyordu. Ona göre bu boyutlar arası bir kırılmadan bir tür bozunmadan meydana gelmişti.
Orada kaldığım kısa süre içinde başımdan geçen her şeyi düşündüm. Tanıdığım hayatları, öğrendiklerimi, sistemleri, yapay klon ve gerçek insanlarıyla bu karmaşık ağı düşündüm. Ve o kızın bakışları zihnimde canlandı. Bakışlarıyla bana bunun yanlış olduğunu söylüyordu. Bu virüsün ne olduğunu biliyordum. Eğitimlerimde zamandaki küçük hataların giderek büyüdüğünü artık istenilen zamana gönderilemediğimizi öğrenmiştim. Görevdeki bazı kâşifler zihinsel bazıları da fiziksel sorunlar yaşamaya başlamıştı. Şimdi de bu bölgeye gönderilen kâşifler geri döndürülemiyordu.
Makaleyi yazan bilim insanının elbette tüm bunlardan haberi yoktu. Ancak o bir dahi olmalıydı çünkü bulduğu sonuç doğruydu.”Zaman gövdesine açılan delikleri onarıyordu.” Bu bölgeye zaman yolculuğu mümkün olmayacaktı. Gittiğim tüm delikler kapanacaktı. Gönderilen tüm kâşifler görev alanlarında sıkışıp kalacaktı. ADM’de kalan bedenleri enerji yetersizliğinden dönüştürülecekti. Evrende zaman yolculuğu için açılan tüm delikler kapanacaktı. Yeni alanlar arayacaklar buldukları en ufak yere delikler açacaklardı. En sonunda tüm delikler kapadığında R23 diye adlandırdıkları madde ki bana göre o “sonsuzluktu” Stehangen’i ve diğer tüm sistemleri de yutacaktı. Geçmiş ve gelecek tüm sistemleri.
Seren Ay Şahin