Quantcast
Channel: KAFKAOKUR
Viewing all 150 articles
Browse latest View live

Kafka Okur Dergisi Hakkında!

$
0
0


Kafka Okur Dergisi olarak gönüllü bir şekilde yürüttüğümüz faliyetlerimizde, gönülden katkılarıyla olsun, hatalarıyla olsun, beraber ilerlediğimiz bir kaç arkadaşımızla çeşitli nedenlerden ötürü yollarımızı ayırma kararı aldık. Kendilerine güvenerek teslim etmiş olduğumuz sosyal medya hesaplarımızı, arkadaşımız maalesef ki etik olmayan bir şekilde kendi kontrolü altına almıştır. Kafka Okur dergisi okurlarına ve emekçilerine yapılan bu saygısızlığı kınıyoruz. Dergimiz için gönderilmiş olan 5000 okur mailini silmenin anlamını hala bulabilmiş değiliz. Bu ülkede başarı küçüktür saldırıdan, haksızlıktan, ihanetten. Bu aslında insana güven, hata ve amatörlüğü temsil ediyor. Dergi olarak burada kendimize gereken çeki düzeni vereceğimizden hiç şüpheniz olmasın. Kişisel meseleleri insanların önünde tartışmaktan yana hiç bir zaman olmadık.

Bu yazının amacı da asla polemiğe girmek değildir, Kafka Okur Dergisinin devam etmeyeceği şeklinde oluşan algının yanlış oldugunu belirtmektir. Kafka Okur Dergisi olarak 8. sayımız Kafka Okur Dergisi yazar kadrosu tarafından hazır bulunmaktadır. Kasım - Aralık sayısında sizlerle beraber olmak için sabırsızlanıyoruz.

Tavırlarını kınadığımız arkadaşlarımıza bizimle yol aldıkları süreçte gösterdikleri emekleri için teşekkür ediyoruz.

Bize gösterdiğiniz büyük ilgi ve anlayışınız için sizlere de teşekkür ederiz.

Sevgiler,

Gökhan Demir
Kafka Okur Dergi
Genel Yayın Yönetmeni

Not: Kafka Okur Dergisi resmi sosyal medya hesaplarımız.

instagram.com/kafkaokur
twitter.com/kafkaokurdergi
facebook.com/kafkaokurdergi
kafkaokurdergi.tumblr.com
instagram.com/kafkaokurdergi

Eğitimciler ve Kütüphaneciler için Yaratıcı Okuma Atölyesi (Cemal Süreya - Sevda Sözleri)

$
0
0

cemal süreya


Cemal Süreya - Sevda Sözleri
Caddebostan Kültür Merkezi, Sanat Kütüphanesi

24 Ekim 2015 Saat : 13:30 - 15:00

Cemal Süreya, Cumhuriyet Dönemi şiirinin en özel "vitamin"iydi. Lirik, erotik, politik gür bir ırmak. “Sevda Sözleri” bu büyük ustanın bütün şiirlerini bir araya getiriyor. Öyle bir bütünlük ki bu, sıcak, tılsımlı ve ölümsüz...

Çiğdem Odabaşı yönetimindeki yaratıcı okuma atölyeleri eğitimcilere, okumaya farklı bakış açıları kazandırmayı hedefliyor.

Kitaptaki değerlerin grup eşliğinde sorgulanmasıyla çeşitli sonuçlara varmaya ve farklı disiplinlere de uyarlanabilecek yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirmeye yardımcı olmayı hedefleyen atölyemize tüm eğitimci ve kütüphaneciler davetlidir.

Lütfen rezervasyon yapınız.


http://sanat.ykykultur.com.tr/ykksy/etkinlikler/cemal-sureya--sevda-sozleri-I

Turgut Uyar'ın Girişimi

$
0
0

turgut uyar

Şöyle deyince daha çok yaklaşıyorum onun şiirine: Turgut Uyar özellikle son yıllarda büyük bir şiirin ortasını yazıyor. Büyük bir gövdedir onun şiiri. Kımıldadıkça kendine benzer yeni gövdeler hazırlar, çoğaltır. Bir anıttan çok bir dirim belirtisidir. Bu yüzden kolay kolay tanımlanmaya gelmez: görülür, tanık olunur. Blok halinde bir izlenimler bütünüyle gireriz ona. Şiirsel işlevini bütünüyle ve sürekli bir şekilde hareket ederek sürdürür. Tek tek şiirler yok, şiiri vardır. Bölerek, parça parça düşünmek silahsızlandırmaktadır onu biraz. Parça parça en güzel şeyleri söylediği halde böyle konuşuyorum.
Asıl Turgut Uyar daha yukarı bir kesimden sonra başlar. Ayrıntılar ayrıntılı olarak değil, bütünün küçük organları olarak önem kazanırlar. Tekrarlar, yığıntılar o bütüne göre anlamlanırlar. Tarih içinde değil, küçük olayların öyküsü, daha doğrusu o olayların “ben”le ilişkisinden doğan bir mitoloji içindedir. “Ben” kendisiyle samimi ilişkiler kurmuştur. Bu da, dünyayı ilkel çizgileriyle kabul etmekten çıkıyor galiba.
İnsan doğar ve kendi gerçeklerini yaratmaya başlar. Ama tek insan için bunlar bir veriler yığınından başka bir şey değildir.
Turgut Uyar’da cinsel istek eşyaya damgasını bastırır. Cinsel isteği saf ve aptal odalardan çıkararak şehrin gürültüsünden geçirir.
Şehir, fetişlerdir. Şiirin altında ayrı bir akıntı vardır: yaşamayı sevmek, insanın haklı çıkması. O bütün bu verileri kucaklar, sayar, köşelere diker. Büyük bir hoşlanma duygusuyla karmaşıktır; ürkek yürek bütün geçmişi kabullenmektedir. Duyarlık, yüreğinde de omuriliğinde de aynı hızla yükselir.
Turgut Uyar’ın bu şiirsel gövdeye uygun olarak kurduğu söz süzeni sanatımızın ne ilginç girişimlerinden biridir.
“Ve Allahı arardım serçe yuvalarında”. Turgut Uyar’ın 1947’de yayımlanan ilk şiirinden aldığım bu mısra da gösteriyor ki o, şiir serüvenine adımını atarken bile değişik bir duyarlığın adamı olacaktır. Yine aynı şiirde büyük bir anlatım rahatlığı göze çarpıyor. Turgut Uyar’ın şiirimize getirdiği yeniliklerden biri de sözünü ettiğim şiirsel gövdeye uygun gelen anlatımı yakalamasıdır.
Şiirimiz, vezinden serbest söyleşiye geçerken kendini bir ritim yaratma zorunda görmüştür. Anonim kalıpların alışılmış düzenini aratmayan bir başka biçim özelliği, Orhan Veli’nin, Oktay Rıfat’ın, Melih Cevdet’in halk deyimlerine fazla yer vermelerinin bir nedeni de budur belki. İkinci Yeni’yi ise dilde “iç uyum” arayan bir girişim olarak nitelendirebiliriz: İkinci Yeni dilin iç olanaklarını araştırırken böyle bir zorundan hareket ediyordu.
Turgut Uyar yalnız bir ritim kurmamış, aynı zamanda o ritmi kendi şiirinin kadrosu içinde özgünleştirmiştir. Ondaki iç ritim sese ilişkin bir nitelikte değil. Daha çok şiirsel yükün gövdede rahatlıklar aramasıyla ilgili. Bir de dışarıdan uygulanan biçim öğeleri var ki bunlar ayrı.
Turgut Uyar’ı şiirimizin ön sırasına getiren bir özellik de görüntü kavramına kattığı yeni olanaklardır. Çok boyutlu ve gerçeğin asalağı olmayan görüntülerle çalışır. Sözgelimi başka şairler akşam’ı bir yanıtla anlatırken, akşamdaki bir şeyi anlatırken, Turgut Uyar akşam’ı bütünüyle kavrama eğilimindedir.
Düzyazıdan korkmaz, ondan şiir devşirir boyuna. Bu arada konuşma diline yeni kullanma değerleri getirir, uçları eski şairlerin kıyılarına vuran “parodi”ler kurar.
Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda, Tütünler Islak’da ve daha sonra dergilerde yayımladığı şiirlerin çoğunda onun insani değerlerden çok insani durumlarla ilgilendiği bir gerçektir.Yalnız ben son birkaç şiirinde onun insani değerlere yöneldiğini sezinliyorum. Bu geçici mi olacaktır, yoksa sürekli bir değişmenin belirtisi midir? Erken konuşmuyorsam, bir ikidir yeni bir yolu deniyor. Ağırlık noktasına bir kayma göze çarpıyor.
Şiirindeki “Dünyadan hoşlanma” duygusu bir “mutluluk dileği duygusu” ile yer değiştiriyor. Eskiden omurilikle yürek birlikte çalışırken, şimdi omurilik yüreğin yedeğine giriyor. “Hızla Gelişecek Kalbimiz”i bu yeni yörünsemeye örnek alabiliriz. “Kadırga” ve “Açıklamalar” adlı şiirlerinde de aynı değişikliği görmemeye imkân yok. Bu şiirlerde söz düzeni de daha berrak. Akıl daha çok karışıyor işe. Görüntü yavaşça geriye çekiliyor. Birtakım yan kavramlar ortaya çıkıyor.
Böyle bir evreye girerken Turgut Uyar’ın şiirinde oluşan bir başka yeni özellik “ben”in “biz”e dönüşür gibi olmasıdır. Birey artık eşyayı egosantrik bir şekilde üstlenmiyor.
Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda, Tütünler Islak’da olağan ve küçük durumların genel yapı içinde “uyumsuz”u destekleyen, saydamlaştıran bir işlevleri vardır. Son bir iki şiirde ise yalın bir söz düzeninin canlılığını korumak söz konusu. Öte yandan zamanda da bir kayma var. Turgut Uyar’ın şiirlerinde şimdiki zamana alışmıştık daha çok. Bir şimdiki zaman içinde geçmişin ve geniş bir zaman verimlerini yaşıyordu. Şimdilerde gelecek zamanı kullanmaya başladığını görüyoruz. Umudun şiirini yazmaya geçmesinden mi bu? Bu zaman kaymasına umudun bir değişkeni olarak mı rastlıyoruz şiirlerinde?
Bu sözlerimden Turgut Uyar’ın şiirinde bir kimlik değişmesi bulduğum sanılmasın. Aynı kimliğin yeni bir çağ tanımasıdır söz konusu olan. Turgut Uyar şiir üstüne çok düşünmüş bir şair. Şiirinin işlerliğindeki bazı öğelerin tutarlı bir şekilde yer değiştirmesi, onun kendi sanatının özel sorunlarını nice bildiğini gösteriyor.
Söylenenlerin aksine İkinci Yeni şairleri başlangıçta ayrı ayrı şiirsel noktalardan hareket etmişlerdir. Orhan Veli şiiri tıkanmıştı. Bu şiirin dışında bir şiir oluşmaya başlamıştı. Ancak İkinci Yeni için yapılan tanımlamalar hem biraz erken, hem de çoğu doğru olmayan öğelere göre yapılmıştır. Daha ilk günlerde tanımlanmaya geçilmiştir. O sırada İkinci Yeni ne olduğuyla değil, ne olmadığıyla beliren bir şiirdi. Oysa birçok genç şair, şiirin kendisinden değil, yapılan tanımlamalardan çıkarak yazmaya başladı. Üstelik yeni şiir tutumunu getiren bütün öncülerin ortak etkileri de bunların üstünde kurulmuş bulunuyordu.
Bu arada öncüler arasında da elbet etkiler, karşı etkiler oldu. Ama İkinci Yeni’yle ilgilenen yazarlar bu hareketi anlatırken o ortak özellikleri şemalarına döken ikinci sınıf şairlerden birtakım kurallar çıkarmayı daha kolay gördüler. Bu durum, şiirimizi dikkatle izleyen kimselerin İkinci Yeni’nin ortaklaşa ve kişiliklerini ayırmamış bir şiir olduğunu sanmalarına yol açmıştır.
Nedir ki zaman geçtikçe gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Turgut Uyar, İkinci Yeni’nin merkezinde olmuştur. Şiirimiz onunla gizlileri yoklama yeteneği kazanıyor. Hatta daha ileri giderek şunu söyleyeceğim: onun deneyinin şiirimizdeki işlevi şiirinden de önemlidir.
Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Hamdi Tanpınar ortaya çok güzel yapıtlar koymuş sanatçılardır, ama ne kendi günlerinde ne de daha sonra bir işlevleri olmuştur. Buna karşılık Orhan Veli’nin büyük bir yapıtı yoktur, ama büyük bir işlevi vardır.
Turgut Uyar’da ise iki özelliği bir arada görüyoruz: büyük bir yapıt ve büyük bir işlev.
Sanatta girişimdir asıl olan.
Sanat sorunlarının kendi doğrultularında insan sorunlarına dönüşebilmesi, daha doğrusu bazı insan sorunlarını yüklenebilmesi ancak köklü girişimlerin sonucu olarak doğuyor. Ne yönde olursa olsun, köklü bir sanat girişimi eninde sonunda bir insan girişimidir.
Turgut Uyar, şiir girişimiyle Akdenizli bir şair olarak çağdaş sanatta kendi yerini ayırmıştır.


Cemal Süreya, 1966
(Şapkam Dolu Çiçekle, İst., 1991, s. 155-159)

Şiir Anayasa'ya Aykırıdır

$
0
0

cemal süreya

Tabiat ahlakı kovuyor. Nerede bir ahlak türemişse, orada tabiatla ahlak çatışma halinde. Sanatı doğuran mutlaka bu çatışmadır demiyoruz. Ama sanatı besleyen bu çatımadır diyoruz. Tabiat sanatla kurulu düzene baş kaldırıyor. İtiyor onu. Hafife alıyor. Bozuyor. Ağuluyor. Sanatlar içinde bu özelliği en çak taşıyan da şiir sanatıdır. O kadar ki bu konuda birçok sanatların genel meselelerini şiir üstünde tartışmak yersiz olmaz. Çünkü Novalis’in bir sözünü uygulayarak diyelim; her sanat şiire dayanır, hatta şiir bile...

«Şiir alışkanlıklara karşı bir yaylım ateştir.» Bu yaylım ateş şiirin konusunda olduğu kadar diyalektiğindedir. Hatta daha çok diyalektiğindedir. Ama ahlaka karşı koyuş şiirin amacı değil. Belki fonksiyonu. Bu iki kavramı birbirine karıştırmamak gerekir. Şiirin çıkış noktasında yapıcılık da yakıcılık da yoktur. Bir noktadan sonra ise sadece yıkıcılık niteliği kendini gösteriyor.

Kurulu düzene aykırılık estetik içinde daha çok güzel çirkin, iyi-kötü kavgası şeklinde kendini sunmuştur. Güzeli yakaladıkları yerde kendilerini gerçeğin yükseltilerinde sanan düşünürler artık pek yok. Onlar neredeyse güzeli gerçeğe, gerçeği güzele indirgiyorlardı. Hatta kimileri eşyanın özüne ilk basmanın güzel olduğunu ileri sürecek kadar aşırıydılar. Ama böyleleri pek yok şimdilerde. Baudelaire’i düşünelim, Baudelaire 1867 yılında öldüğü zaman estetikte yeni bir çağ başlamıştır. Baudelaire eskiyi kapamış yeniyi açmıştır. Daha doğrusu şiir Baudelaire’in serüveninde kendi ipuçlarını bulmuştur. Bazı ip uçları. Onun ölümünden bir yıl sonra Lautréamont’un Chansons de Maldoror’u yayınlandı. O günden bugüne şairler bin yıllık güzelin yerine çirkini oturttular. Mısralarda iyi kötüye yenildi. Tanrının tası tarağı toplayıp göklere çekilmesi,insandaki şeytanın zaferden zafere koşması bu tarihten sonra ortaya çıkan gerçeklerdendir. İnsandaki öz, şiirle, evren içinde kendini deniyor. Kendi kurduğu tanrıların kendine aykırı sonuçlarını yeriyor. Çünkü Tanrı bir sonradan biçimdir. İnsansa önceden bir öz

Bugün şiirin bir ucu toplumsal planda insan haklarını kolluyor. Bu şiirin çekirdeğinde ahlaki bir kaygı bulunduğundan değil, belki kurulu düzene aykırılık niteliği ağır bastığından oluyor. Çünkü insan haklarındaki ilkeler daha yürürlükte değil. Çünkü o ilkeler kurulu düzenle daha çatışma halinde. Ama onların birgün toplumlarda geniş olarak uygulandığını, kurulu düzen içinde kaynaşarak ayrılmaz birer parça olduğunu düşünelim, o zaman şiir kollamayacak artık onları. Karşı çıkacak belki onlara. İşte bu noktada gerçekçiler gerçekçisi Jhering’in hukuki mesajı ile akılcılar akılcısı Kant’ın felsefi, mesajı birleşiyor galiba. Jhering hukukun oluşmasını toplumda hâkim bir grubun isteklerine uygun olarak tespit eder. Kant ise en geniş anlamda ahlakı tabiatın mutlaka kovacağını söyler. Biri toplumsal hayat bakımından, öbürü felsefi davranış açısından yapılmış bu iki tespit iki gerçeği aydınlığa çıkarıyor. Biri şu: Hiçbir zaman bir toplumdaki ahlak ve hukuk düzeninin, kişioğlunun tabiatına tam uygun olduğu görülemez. Öteki de şu: Kişioğlunun tabiatına iyice bitişik bir yönü olan şiir o ahlakla, o hukukla sürekli çatışma durumundadır. Geniş anlamda ahlak hukuku da içine aldığından sadece ahlak diyelim, ahlak tabiata nice aykırı olursa lafını ettiğimiz çatışma onca sert olacaktır.

Baudelaire bir şeye zıttı. Rimbaud ise hiçbir şeyle bağlantılı değildir. Sürrealistler çıkışlarını Rimbaud’yu kök alan bir «révolution» kavramına şartlamışlardı. Dünyanın değiştirilmesi planında Karl Marx’ı, hayatın değiştirilmesi planında Arthur Rimbaud’yu izliyorlardı.

Bugün şiir çağdaş şairlerde yeni alanlar, yeni açılar yaratırken, belirli bir yönde gelişiyor: Baş kaldırma yönünde... günümüz insanının, uygarlığın bugünkü sıkışık biçimlerinde, çıkmaz sokaklarında, labirentlerinde ilerlerken gösterdiği davranışlara uygun düşüyor bu. Bu biçimler, bu sokaklar, bu labirentler uygarlığın kendisiyse, şiir barbarlığın ta kendisi oluyor. Onun için ahlakı kovuyor.

Şiir bütün çağlarda onun için var.


Mayıs, 1961
Papirüs’ten Başyazılar, Cemal SÜREYA, Cem Yayınevi

Kafka Okur 8. Sayı Çıktı!

$
0
0

“Oysa kişinin özlediği çoğu zaman başka bir beden değil, iki santimetrekarelik bir özgürlük alanıdır.”
Tomris Uyar


Bir Adın Vardı Senin Tomris Uyar’dı
Cansu Tok 

Cennetlik Çevirmen: Tomris Uyar 
Burcu Uğuz

Yarım Asiye // Öykü
Ezgi Ayvalı

Ankara // Şiir
Feyza Altun

Deniz Kokusu // Anlatı
Merve Özdolap

Bitmeyen Hikâyelerden Bilmem Kaçıncısı
Eray Yasin Işık

Uyku-suzluk Tiyatrosu
Yusuf Çopur

Ötekinin Olmadığı Bir Cennetti Hayatımız
Bir Haydar Ergülen Röportajı, Yusuf Çopur

Vasiyetname, Murat Tekin

Firari, Fulya Ordu

Karmalar Karışık, Selcan Aydın

Yasemin, Gökhan Coşkun

Aylak Prens: Sandri Alışık
Rahime Taydaş Ergün

Erken Ölme Lütfen
Dilan Bozyel

Kendime Ait Bir Oda
Esra Pulak

Yaşamak Yürek İster, Yürek ise Tatmin Olmak
Kübra M. Büyükkıyıcı

Çoban Ali // Öykü
Cenk Çalışır

İncir Çekirdeği // Öykü
Cansu Cindoruk

Kış Uykusundaki Melek Nilgün Marmara, Nermin Sarıbaş

Günün İç Cebi // Deneme
Nur Neşe Şahin

Kambur, Nazlı Başaran

Hiçbir Yer, Ragıp Can Tok

Ayşe Kulin, İnci Aral, Lale Müldür, Nazan Bekiroğlu

Çizimler
Tülay Palaz
Songül Çolak
Zeynep Oba
Aslı Babaoğlu


Bizim Kadıköyümüz

$
0
0
ahmet ümit

Farklı zamanlarda Kadıköy’de yaşamış üç usta yazar, Selim İleri, Mario Levi ve Ahmet Ümit, Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği söyleşide, 14 Kasım Cumartesi 14:00’te Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salon’da kendi Kadıköylerini anlatacak.


Bir Roman Kahramanı: Orhan Veli

$
0
0

orhan veli


17 Kasım 2015 Saat: 19:00
Caddebostan Kültür Merkezi, A Salonu

Yöneten: Murat Yalçın
Konuşmacı: Haluk Oral


14 Kasım 1950'de talihsiz bir biçimde, 36 yaşında aramızdan ayrılan Orhan Veli 17 Kasım günü Aşiyan Mezarlığı'nda toprağa verilmişti. Bu söyleşinin tam da bu güne denk gelmesi şaşırtıcı bir tesadüf.

Edebiyat araştırmacısı, kitap koleksiyoneri Haluk Oral'ın yıllar süren çalışmaları sonucu ortaya çıkan kitabı Bir Roman Kahramanı Orhan Veli büyük şairin hayatının karanlıkta kalan noktalarına, gönül ilişkilerine, dostluklarına, askerliğine ve en önemlisi ölüm nedenine sağlam belge ve gerekçelerle ışık tutuyor. Orhan Veli'nin çok kısa ama bir o kadar dolu geçen hayatına, esprili kişiliğine, renkli detaylara değinilecek keyifli bir edebiyat sohbet sizi bekliyor.


http://sanat.ykykultur.com.tr/etkinlikler/bir-roman-kahramani-orhan-veli

Doğumunun 100. Yılında Roland Barthes

$
0
0

roland barthes


19 Kasım 2015 Saat: 19:00
Caddebostan Kültür Merkezi, A Salonu


Yöneten: Korkut Erdur
Konuşmacılar: Doç. Dr. Ayşe Ece, Yard. Doç. Dr. Ömer B. Albayrak


Edebiyattan mimarlığa, iletişimden gündelik hayatımızdaki davranış kalıplarına varıncaya dek sıkça karşılaştığımız sözcüklerdendir gösterge ve göstergebilim. Ve göstergebilim denilince ilk akla gelen isimlerdendir kuşkusuz Roland Barthes.

Akademisyen –ve aynı zamanda çevirmen olan– Ayşe Ece ve Ömer Albayrak’ın katılacağı söyleşi, ünlü edebiyat eleştirmeni ve kuramcısı Roland Barthes’ın çalışmalarına ilgi duyanlar ve bu özgün düşünürle henüz tanışmamış olanlar için birebir.


http://sanat.ykykultur.com.tr/etkinlikler/dogumunun-100-yilinda-roland-barthes

Ne Demiş Kafka?

$
0
0
"Evinden dışarı çıkmasan da olur.
Masanda kal ve dinle.
Hatta dinleme bile, yalnız bekle.
Hatta bekleme bile,
taş gibi sessiz ve tek başına ol.
Dünya, maskesini açasın diye,
kendini sana vermeye gelecektir;
başka türlü yapamaz;
sana hay­ran,
önünde iki büklüm olacaktır."
Franz Kafka
Dünyanın olumsuzluğu, onun duraklarından (moment) biridir. Kafka da bu duraklardan biridir. "Çağımın bana pek yakın olan olumsuzluğunu cesaretle taşıyorum ben. Bu olumsuzlukla savaşmaya değil, fa­kat bir dereceye kadar onu göstermeye hakkım var. Zayıf bir olumluluğa da, olumluluk haline dönen aşırı olumsuzluğa da yatkın değilim ben... Bir son ya da bir başlangıcım ben..."1 diyor.

Cahiers'de Kafka ile okuyucusu arasında şu ko­nuşma geçer:

-Bu dünyanın en belirgin özelliği, köhneliği­dir (Caducité), Bu dünyayla savaşacaksam eğer onun bu belirgin özelliğine yani köhneliğine saldırmam ge­rek. Bu hayat içinde yapabilir miyim bunu? Gerçek­ten yapabilir miyim bunu? Hem de yalnız inancın ve umudun silahları ile değil.

-Demek bu dünyayla savaşmak istiyorsun, hem de umutdan ve inançtan daha gerçek silâhlarla? Böyle silahlar şüphesiz var, fakat ancak belli şart­larda tanınabilir ve kullanılabilirler. Önce bu şartla­rın sende olup olmadığını görmek isterim...

-Yoksa bile elde etmeye çalışabilirim belki?

-Şüphesiz. Ama bunda ben yardım edemem sana.

-Mademki öyle, neden beni önce sınamak istiyordun?

-Çünkü sana yoksunu olduğun şeyi değil, bir şeyin yoksulluk olduğunu göstermek istiyorum.2

“Hep anlatılmaz bir şeyi anlatmağa, açıklanamaz bir şeyi açıklamaya çalışıyorum ben...”3

Bu çözülmeyen çelişme, Kafka'nın alın yazısının ve bildirisinin çelişmesidir: “Bu arayış, İnsanlık dışı bir yola çıkıyor... Bu edebiyat sınırlara saldırmaktan başka bir şey değil...”4

Babasının işyerinde toplumsal sömürme ve baskı ilişkilerinin ilk tecrübe­lerini geçirir: "Mağaza, beni ruh hastası etti... Özellikle mağazada çalışanlara karşı tutum demek istiyorum... Sen, memurlarına "ödenmiş düşman" der­din, öyleydiler de zaten, fakat bana öyle gelirdi ki, on­lar senin düşmanın olmadan önce sen onların "öde­yen düşmanı" idin... İşte bu, mağazayı dayanılmaz yaptı benim gözümde; bana senin karşında kendi du­rumunu hatırlatıyordu... Bunun içindir ki, ben de mutlaka mağazada çalışanlardan yana oluyordum."5

İnsana yabancı ve onun dışındaki bu kanun, bu yabancılaşma, yalnızca genelin tikele zıtlığını değil fakat iki toplumsal sınıfın çatışmasını ifade etmekte­dir. Kafka bunu biliyordu. Janouch'a, insanlardan de­ğil düzenin kendisinden doğan kapitalizme özgü ya­bancılaşma mekanizmasını şöyle anlatıyor: "Kapitalizm, içerden dışarıya, dışarıdan içeriye, yukardan aşağıya, aşağıdan yukarıya giden bir bağımlılık siste­midir. Onda her şey basamaklandırılmış, demire vu­rulmuştur. Kapitalizm, dünyanın ve insan ruhunun bir halidir."6

İnsanların uykusu, ödevlerini unuttukları ölçü­de deliksiz olur.

"Kesin olarak ödevlerini kim biliyor? Hiç kimse. İşte bunun içindir ki hepimizin vicdanı kö­tü; çabucak kendi kendimizi uyutarak ondan kaçma­ya çalışıyoruz... Belki de benim uykusuzluklarım kendisine hayatımı borçlu olduğum bu ziyaretçinin korkusundan, başka bir şey değildir... Belki içimdeki büyük ölüm korkusu, bu uykusuzlukların arkasında gizlemiyordur. Belki, uyuduğum sürece beni terk e­den ruhumun bir daha geriye dönmemesinden korku­yorum. Belki uykusuzluk, kuvvetli bir günah bilin­cinden, aniden gelebilecek bir hüküm karşısında du­yulan korkudan başka bir şey değildir. Belki uykusuzluğunun kendisi bir günahtır. Belki doğaya karşı bir başkaldırmadır ... Günah, her türlü hastalığın tohu­mudur. Onun yüzünden ölümlüyüzdür."7

"Yaşamak demek, haya­tın içinde olmak, hayata, onu yarattığım gözle bak­maktır. Dünyaya ancak yaratıldığı yerden iyi bakılabilir."8

Kendi içine çekilmişliğinden ken­dini suçlu hissetmektedir. "Niçin, bizi karşı konulmaz şekilde halk topluluğundan söküp alan şeye doğru değil de, bizi birleştiren şeye dönük kalmamalı... Bugünlerde hep; gittikçe daha çok hayatımı düşünüyo­rum. Baş hatayı arıyorum onda: bütün kötülüklerin kaynağını; ne olduğunu bilmeksizin işlediğim hata­yı."9

İçlerindeki yıkılmış şeyle insanları birleştiren, gerçek insan birliğine, yalnızlık ve terkedilmişlik anın­dan gidilir. "Yıkılmazlık, bir bütündür; her bireyde vardır, aynı zamanda o herkeste ortaktır; insanlar arasındaki bu çözülmez, eşsiz bağ buradan gelir".10 Ama, anlatılmaz bir boşluğun bunaltısında, ora­ya varacak yolun ucu bucağı yoktur, ıpıssızdır.

Bu ıssızlık, peşine düşülen birlikten her an döndürecek gibidir bizi: "Hayat, bizi, nelerden vazge­çirdiğini anlamamıza bile fırsat vermeyen devamlı bir kaçış, bir ayrılıştır."11

Böylece Kafka'da her şey, birbirine karşıt kav­ramlarla yürür: kalabalık ve yalnızlık, inanç ve inkar.

Kafka, Max Brod'a yazdığı bir mektupta, insanın güçsüzlüğü üze­rinde değil, onun ahlaki kaynakları ve olumlu eylem imkanları üzerinde durur. Şöyle yazmaktadır: "Ken­disine, özgü bir şeyler taşıyan ve "Dünyayı olduğu gibi almak gerekir" demeyip, "Dünya nasıl isterse öyle olsun ben, insanların arzusuna uyarak vazgeçemiyeceğim bir özgürlüğü sürdürürüm"12 diyen bir in­san çıktığı ve dünya bu sözleri işittiği andan itiba­ren varlık değişir.

"Bir hedef var fakat yol yok; bizim yol dediği­miz şey, tereddüttür."13

Kafka, bu iç dünyasının kaypaklığından kurtuluşu, sadece sanatçı yaratışta ve mit yaratmada bu­lur.

Edebiyat yaratışı, Kafka'ya, varoluş çatışması­nı aşma imkanını verecek olan yabancılaşmadan kurtulma tekniği midir? İnsani olandan çıkan bir yol ola­cak mıdır bu? Sanat, dini inancın yerini alabilecek midir? Sanatçı, Peygamberce ödevini yerine getirebilecek midir? Kafka, ölüme karşı bu bahse girişti. "Her şeye rağmen, ne pahasına olursa olsun yazaca­ğım. Bu benim hayatta kalma savaşımdır."14

"Umutsuz­luğa düşme, hatta umudunu yitirmediğin şeylerden bile; sen, olanaklarının sonunun geldiğini sanırken bakarsın yeni güçler belirir. Yaşamak denilen şey de budur... Yağmura bırak kendini; bırak yağmurun çelik okları vücudunu delip geçsin... Ve her şeye rağmen orada kal; seni ansızın sonsuz ışığına boğacak olan güneşi dimdik bekle."15

Hazırlayan: Gökhan Demir / Kafka Okur Dergisi, 1. Sayı

1. Journal intime, Grasset s.2Z1
2. Preparatifs ..... .'de «Les huit cahieris in octavo» s. 103
3. Milena'ya Mektuplar, s. 250
4. Journal intime, s.529
5. Préparatifs .. .'de "Lettre au pére," s. 178-9
6. Journal intime, 10 Ekim 1911 "Kurumun hem lehin­de, hem aleyhinde ... bilgiççe bir yazı yazdım…" s. 131
7. Aynı eser, s. 64 ve 137
8. Preparatifs ..... .'te «Cahiers in-octavo" s, 102
9. La Muraille de Chine'de "Reeherches d'un chien" s. 234 ve 249
10. Preparatifs…'de "Méditations 'sur le péché….." ? s. 44-45
11. Journal intime, .Grasset, s. 290
12. JANOUCH, Kafka m'a dit, s. 59
13. Préparatifs….'te (Meditations sur.le péché ..s.39
14. Journal intime, 51 Temmuz. 1914 s. 60
15. Carnets

Bir Ali Lidar Röportajı!

$
0
0
Karpuz Kabuğundaki Yazıları, şiirin Alengirlisini, Müziğin Ferdi Tayfurunu seven
Çok okuyup, bol yazan, Eskişehirde bir felsefe öğretmeni,
Küçük Prens’in büyük dostu,
Gönüllerde dük, yalnızlıkla sevgili,
Bir güzel insan Ali LİDAR…
Ve çok daha fazlası…



Peki, kimdir Ali Lidar?
Ali Lidar okumaya ve yazmaya sevdalı, tuhaf şeyler biriktirmeyi seven bir garip Felsefe öğretmeni..

Size neden Tepebaşı Dük’ü diyorlar?
20 yıldan fazla zamandır Tepebaşı’ndayım. Muhtar kadar hakimim sanırım sokaklarına. Ama devlet memuruyum o yüzden Muhtar olamayınca kendimi dük ilan ettim.

Felsefe Öğretmenisiniz, mesleğinizle ve öğrencilerinizle aranız nasıl?
Öyle bayılarak yaptığımı söyleyemem mesleğimi, kırk tane eksiğim vardır illaki. Ama genel olarak sevdiğimi söyleyebilirim.

‘Karpuz Kabuğuna Yazılar Yazmak’ isimli bir bloğunuz var ve şuan içerisinde üç yüze yakın Tesirsiz Parça var, nasıl başladı bu serüven ve yakın bir gelecekte kitap olmaya niyetleri var mı?
Dört yıl kadar önce başladı blog hikayesi. Tamamen sıkıntıdan ve yapacak bir şey bulamamaktan kaynaklı bir meşgale oldu. Sanıyorum o parçaların bir kısmı yakında kitap olarak basılacak. Tarih konusunda bir belirsizlik var ama muhtemelen bir ay içinde netleşmiş olur.

[Tarihi belli oldu Sevgili okuyucu Ali LİDAR’ın ilk kitabı Tesirsiz Parçalar 12 Eylül’de çıkıyor]

Size Küçük Prensin, büyük dostu diyebiliriz. Muhteşem bir Küçük Prens koleksiyonunuz olduğunuzu biliyoruz, bu dostluk nasıl başladı?
Küçük Prens’le kurduğum dostluk çocukluk yıllarıma uzanacak kadar eski. Ama koleksiyonun hikayesi yeni. Dedim ya tuhaf şeyler biriktirme merakım var diye, dört beş yıldır farklı dillerde basılmış Küçük Prens’leri ve Küçük Prens’e dair objeleri biriktiriyorum. Gittikçe büyüyen ve benim de gururla seyrettiğim bir koleksiyon oldu şimdiden.

Şiirden bahsedecek olursak sizin şairleriniz kimler, hangi ruh halinde hangi şairleri okursunuz?
Favori şairim Alper Gencer. Cahit Zarifoğlu, İlhan Berk, İsmet Özel, ve yenilerden Sinem Sal döne döne okuduğum şairlerin başında gelmekteler.

Peki ya Kafka desek, ne dersiniz?
Istıraplı ruhların aynası derim.

En Kafka cümleniz?
“Uyudum, uyandım, uyudum, uyandım. Kepaze bir yaşam…”

Başucu kitabı ve baş üstü kitabı hangisi acaba Ali Lidar'ın?
En sevdiğim kitap Oğuz Atay’ın Tutunamayan’ları. Başımın üstünde yeri olan kitapsa Küçük Prens elbette

Son olarak okurlarımıza söylemek istedikleriniz?
Selamlar, sevgiler falan filan…

Röportaj: Ayşegül Erözyürek / Kafka Okur Dergisi, 1. Sayı

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Başlıyor!

$
0
0

sürdürülebilir yaşam film festivali


SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM FESTİVALİ (SYFF)

19-20-21-22 Kasım'da 20 il/ilçede eş zamanlı!


Dünyanın dört bir yanında daha iyi bir gelecek yaratmak için çaba gösterenlerin ilham verici hikayeleri 19-22 Kasım tarihlerinde izleyicilerle buluşacak!

Paylaşımcı, açık, adil, anlayışlı, çeşitliliği kucaklayan, gezegene ve üzerindeki yaşama değer veren bir toplum hayaliyle doğan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 19 Kasım'da İstanbul’da başlayacak, diğer tüm illerde ise 20-22 Kasım tarihlerinde gerçekleşecek. 2015’de 8. yılını dolduran SYFF’de yer alan ve her sene yüzlerce film arasından seçilen bütüncül bakış ve yaratıcı çözümler içeren belgeseller izleyicilere sorunun aciz bir parçası olmaktan öteye geçip çözümün bir parçası olabileceklerini hatırlatıyor.

SYFF bu yıl da Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’nin “Siz de Yapabilirsiniz” çağrısına kulak veren yerel ekiplerle işbirliği yaparak 20 il/içede, 23 salonda eş zamanlı olarak gerçekleşecek. Festivalin gerçekleşeceği il ve ilçeler: Adana, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır (İzmir), Bodrum (Muğla), Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Eskişehir, Fethiye (Muğla), Giresun, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Trabzon ve Urla (İzmir).

Bütüncül bakan, çözüm öneren ve kalbe hitap eden filmler

SYFF her sene olduğu gibi izleyicisini harekete geçmeye davet eden filmlerle dolu bir program sunuyor. Seçkisindeki 30 film ile su, ulaşım, iklim, enerji, moda, tarım vb konularda karşılaştığımız sorunların aslında birer semptom olduğunu gösterirken bizleri hepsinin kökenindeki gerçek sorunları anlamaya davet ediyor ve tüm bu sorunların birbiriyle ilişkisini anlamamızı kolaylaştırıyor.

Belgesellerin ardından sahne alan konuşmacılar, müzik ve performans grupları festival programını zenginleştiriyor.

Sürdürülebilir bir yaşamın ancak çeşitlilikle mümkün olacağı bilinciyle toplumun her kesiminden katılımcıları bir araya getirmeyi hedefleyen festival; çiftçileri, iş sahiplerini, şirket çalışanlarını, öğrencileri ve öğretmenleri, çocuğunun gelecekte yaşayacağı dünyadan endişeli ebeveynleri, akademisyenleri ve aktivistleri bu belgeselleri birlikte izlemeye davet ediyor.

tüm gösterimler ücretsizdir!

(Sürdürülebilir Yaşam için Kelebek Etkisi Derneği'nin işbirliği ile.)


SYFF2015 FİLM SEÇKİSİ

Dünyevi / Planetary

“İhtiyacımız olan bilgi verilerde değil, hikâyede.”

Gerçek Bedel / The True Cost

“Moda, petrol endüstrisinin ardından

en çok kirlilik yaratan ikinci endüstri.”

Bisikletler Arabalara Karşı / Bikes vs Cars

H2O MX / H2O MX

Kum Savaşları / Sand Wars

Noksan Ev / The Absent House

“Yeşil tasarım, ekleyecek hiçbir şey olmadığında değil,

çıkarılacak hiçbir şey olmadığında kusursuz olur.”

Hayatta Kalma Bilgeliği / The Wisdom to Survive

Permakültür Perspektifinden Yaşamak / Inhabit: A Permaculture Perspective

Gezegen Sil Baştan / Planet Re:Think

Göle Yas / Songs For The Lake

Delta’nın Uyanışı / Delta Dawn

Daha Güzel Bir Dünya Mümkün / The More Beautiful World Our Hearts Know Is Possible

“Yolunuzu bulabilmek için, kaybolmanız gerekir.”

Labirentteki İnsanlık / Man In The Maze

“Besin sistemini iyileştirmeliyiz;

ancak bu şekilde ekonomimizi,

bedenlerimizi ve toprağımızı iyileştirebiliriz.”

Fayton Bisikletten Manzaralar / View From A Pedal Buggy

Güç Bizde / Our Power

“Kirlilik olmadan elektrik,

adaletsizlik olmadan enerji elde edilebilir.”

Kaplumbağa ve Turist/ The Turtle and The Tourist

Marialardan Biri / Maria of Many

Sokaktan Çıkış Dansta / Dance Up From The Street

Pun Pun Çiftliği / Pun Pun Farm

“Dünya çok eğlenceli. Her şeyi yapabilirsiniz,

yeter ki düşünme biçiminizi değiştirin.”

Müşterekler Algısı / A Commons Sense

Tarımın Geleceği / An Agricultural Future?

Doğal Bir Sistem ve Bir Tarım Felsefesi / A Natural System and An Agricultural Philosophy

Bataklık Hayalleri / Marshland Dreams

Yeni Çevreciler / The New Environmentalists

Büyük Değişim / Sea Change

Meksika, Değişim Zamanı / Mexico, Time For Transition

Mauritius, Sürdürülebilir Ada / A Sustainable Island

Hızır Mayası / Dew Culture

Sancı / The Pain

Aile Gibisi Yok / Families Are Forever

---

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Hakkında:

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 2008 yılından bu yana, sürdürülebilirlik kavramının daha iyi anlaşılması, birbiriyle etkileşim içinde olan sistemik sorunların daha iyi algılanması ve ilham veren çözümlerin paylaşılması amacıyla düzenleniyor.

Festivali gerçekleştiren Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, bireylerin “kelebek etkisi yaratacak” projeleri kolektif olarak hayata geçirmesi amacıyla doğdu. Çeşitliliğe değer veren açık ve esnek yapısıyla tamamen sivil bir oluşum olan Kolektif, film festivali gibi sürdürülebilir yaşam konusuyla ilgili farkındalık arttırıcı çalışmaları, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi'nin vizyonunu paylaşan bireyler ve organizasyonların desteği ve katılımıyla sürdürüyor.

Detaylı bilgi için:

basin@surdurulebiliryasam.org

0533 3133050


Yaz Güvendi

-- SYFF Basın Bülteni --

Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne

$
0
0

yaşar kemal

Siz ne derseniz deyin, ben bıktım. Nah burama geldi. Neredeyse öfkeden, çaresizlikten boğulacağım. Kendimi kandırmaya çalışıyorum. İyi olacak, iyi olacak! Başkalarını da kendimle birlikte kandırmaya yöneltiyorum belki, iyi olacak, iyi olacak. Ne zaman? Çok yakın mı? Ya da bin yıl sonra mı? İşte onun orası belli değil. Ben sadece iyi olacak, diyorum. İyi olacak diyorum ya, siz ona bakın! On yıl, on iki yıl orman yazısı yaz… Git şu koskoca Anadolunun ormanlarını adım adım dolaş, yıkılmışlığını, yakılmışlığını gör, yurdun çöl olmaya doğru gittiğini gör, on iki yıl durmadan ha yaz, de yaz. Hiçbir ses çıkmasın. Sen yazdıkça onlar ormanı yok etsinler. Sonra, daha iyi olacak, iyi olacak. Halkın mağarada yaşıyor, aç, perişan, üstelik de sömürülüyor. Yıllar yılı bunu da yaz. Toprak reformu de, ağalar de, toprak ölüyor de… Hiç mi hiç ses gelmesin. Dünya sağır olsun… Sonra sen gene durmadan bağırtını sürdür. Buna can mı dayanır. Bu memleketin canına okuyan yobaz yasakları… Hiçbir yeni düşüncenin bu yurda girmesini istemiyor. Aman bu yasaklar gereksizdir, işe yaramaz, bizi öldürüyor. Siz bu vatanı sevmez misiniz, siz bu toprakların çocukları değil misiniz? Kim anlar, kim dinler… Kabile düzeniyle devlet idare edilir mi? Türkmen kabileleri çok uzakta kaldı. Etmeyin eylemeyin… Bizim atalarımız, diyorlar da bir şey demiyorlar. Var olsunlar, sağ olsun sizin şanlı atalarınız. Onlar iyimişler, hasmışlar ya, bu çağda sökmezler… Adam anlamıyor, ya da anlamak işine gelmiyor, elinde ok yayla, yalın kılıçla Altaylara gidip atalara karışacağı üstüne destanlar düzüyor. Arkadaş, ok, yay, yalın kılıç atalarının zamanında kaldı. Şimdi atom var. Atalarının devrinin düşüncesi, atalarının kılıcıyla birlikte, kodu da gitti. Şimdi atom çağıdır. Ataların çağında elde kılıç gider, Altaylarda teke tek dövüşürsün… Dövüşmenin, adam öldürmenin kutsallığını da yayarsın. Şimdi adam öldürmek kutsaldır dersen, senden iğrenirler. Harbetmek güzeldir dersen seni kınarlar, yabanıl derler, kan içici derler. Savunma kutsal, ama saldırma değil. Atom çağının getirdiği barıştır, sevgidir. Başka çare de yok… Anlamazlar, anlatamazsın… Bunlar insan soyunun ahmakları… İyi olacak, iyi olacak…

Bu yazar hep aynı şeyler tutturmuş… Sınırlı yazar… Ben de bıktım. Vallahi bıktım bu konulardan. Ama neyleyim ki göz görmüyor, gönül katlanmıyor. Bir zaman geliyor kendime söz veriyorum, bir daha böyle acılı konuları yazma, şöyle güzel sevinçli konuları yaz, bu memlekette hiç güzel şey yok mu? Var, var, var… Kendimi inandırmaya çalışıyorum. Bakın bizim memlekette güzel düşünen insanlar da… Buradaki, başı deri külahlı, keçe külahlı, eli oklu, ayağı çarıklı Turancı züppelerinin karşısında canını dişine takmış dövüşen, aklı söyleyen, çağımızın gerçeklerini söyleyen güzel insanlar da var. Onları övmeli… Gerçekten övülmeye değer insanlar…

Hep Anadolu’da kötülük görür, on yıldır bu yazar. Çirkinlik görür. Düşün bakalım aslanım, güzel bir yanı yok mu? Kilimi güzel, türküleri güzel, halayları güzel, kültürü güzel halkın… Bunlarla uğraşan kim, bunları kültürden sayan kim? Hepsi bir bir Köy Enstitüleri’nde canlanıyordu. O çirkin adamlar, o Kara Cephe, Karalar Cephesi, yerle bir etti en güzel şeyimizi…

Bakın Erciyes dağı çok güzel… Dümdüz bir bozkırın ortasından, bıçak gibi bir göğe doğru ağar. Ovanın, dünyanın pırıltılı aklığında…

Ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim, delice, çılgınca, içim taşa taşa, bir sevinçten söz açmak istemez miyim? Ben sevinçli adamım. Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa, acıdan çok sevince… Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden… Dostluktan söz açmak, ne güzel. Bir dostum var. Sıcacık eli var. Sevgi dolu gözleri var. Ne güzel yalansız, salt sevgi dolu bir insan eli sıkmak. Sıcacık, sıcacık… Ben deli olurum, insanlar karanlık karanlık, kuşkulu baktıkça bana… Bütün insanlar kuşkusuz, korkusuz, çıkar düşünmeden, düşmanlık geçirmeden içlerinden baksalar birbirlerine… İnsan, ne olur biliyor musunuz, sıcacık bir bahar güneşinin bahtiyarlığında duyar kendisini… Bahar güneşinde bir sevinç içinde gerinir. İnsan bir bahar çiçeği temizliğinde olur.

Şu koskocaman şehrin sokaklarında dolaşanların yüzlerine bakın… Yüz mü bunlar! Sararmış, uzamış… Gülmeyi unutmuş… Bu yüzler sevinci unutmuş. Sevmeyi unutmuş. Şöyle yürek dolusu, can dolusu, kucak dolusu sevmeyi unutmuş. Ağız dolusu öpmeyi unutmuş bunlar. Şöyle sağlıklı, kütür kütür öpmeyi unutmuşlar. Gözleri kırgın, yılgın, paslı… Kuşkulu, korkulu, düşmanca… Ben bu şehirden korkuyorum, bu şehirde hasta oluyorum, deliriyorum… İçimden her şeyi bırakıp kaçmak geliyor. Kirlenmiş, bitlenmiş, çamur içinde bir şehir. Dedikodu hastalığında, merhametsiz, sevgisiz, kazıkçı… Bu şehir karaborsacıların şehri… Bire bin kazananların, lüksün şehri… Ve bu şehrin dört bir yanını çamur deryası içindeki çerden çöpten gecekondulu, yüz binlerce insanın yaşadığı umutsuz insanların mahalleleri çevirmiş. Ağzını açmış, bir ejderha gibi duruyor.

Ben güzellikten söz açmayı istemez miyim. Ben karnı tok, sıklı peklikten söz açmayı istemez miyim… Ben insanların önüne güzel sözcüklerle, güzel bir dünya açmayı öylesine bir isterim ki, can atarım…

Sonra ben yazar olarak, capcanlı bir güneş altında sevişenlerden de söz açmayı isterim. İki genç, daha çiçeği burnunda. Kol kola yumulmuşlar… Bunu yazmayı nasıl, nasıl isterim… Ve bir yazar bunu ne güzel anlatır. Böyle şeyleri çok anlatmışlar, diyeceksiniz. Ama sağlıklı bir dünyada, bu sevginin anlatacak çok yeni, pırıl pırıl yönü de bulunur.

Ben kendim, bu şehirden gidemem. Bütün mümkünüm çarelerim kesilmiş. Ama böylesi bir dünyada da sevinemem. Hayal kurarım hayal. Işıklı, sevinçli, çiçekli, kimsenin kimseyi sömürmediği, kimsenin kimseden korkmadığı, kuşkulanmadığı, kimsenin kimseye düşmanca bakmadığı bir dünyanın hayalini kurarım. Kimsenin kimseye diş gıcırdatmadığı bir dünya… Gönlü gani bir adam sayarım kendimi. Bu kadarı bile bana yeter, bu kadarı bile beni mutlu eder.

Bir söz vardır. Derler ki, insanoğlu arsız bir yaratıktır. Gerçekten de arsız. Bu açlık yanı başımızda dururken, bu yoksulluğu, bu perişanlığı, bu kiri görürken gene de seviniyor, coşuyoruz. Size bir şey söyleyim mi, insanoğlu bütün bunların arasında bile güzel. Ya durumu bu olmasa… Kim bilir dünyayı ne cennete çevirir insanlar!

Bana şöyle küçücük bir dünya… Hiç olmazsa her isteyenin aşkla şevkle onuru kırılmadan çalışacağı bir dünya verin. Böyle bir dünyamız yok mu? Öyleyse susun. Öyleyse kimseye karamsar demeyin. Bütün bu karanlıktan size umut ışığı göstermeye gene de savaşırım. Siz de beni kınamayın, karalamayın.

Bakın bakın, ne geldi kalemimin ucuna… Ne geldi de durdu gözümün önünde? Bir gündü. Sıcak bir yaz günüydü. Diyarbakırın Kulp ilçesinin Şıkevtan köyündeyim. Şıkevt, mağara anlamına gelir. Bütün köyün evleri mağaralarda. Kayaya oturmuş kovuklarda. Halim Yıldız on tane çıplak, çırılçıplak çocuğunu elinden tutmuş, beşini bir yanına, beşini de bir yanına almış bana göstermeye getirdi.

“Ben Halim Yıldız, on çırılçıplak çocuğun babası… Ömründe gömlek yüzü görmemiş… ”

Bana bakın, ben öyle tatlı matlı yazı yazamam. Kırarım bu kalemi. Dileyen okur, dilemeyen okumaz.


21 Şubat 1962

Yaşar Kemal

Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne: Seçme Yazılar, Yapı Kredi Yayınları 2014

Ölüleri Seviyorlar

$
0
0


cemal süreya


Puşkin’in bir sözü vardır; sanatçıların ancak öldükten sonra değerlendirildiklerini, bir bakıma bağışlandıklarını anlatmak isterken şöyle der.: “Yalnız ölüleri sevmeyi biliyorlar”. Özellikle bizim toplumumuzda böyle bu. Orhan Veli Kanık ölümünün hemen ilk haftası içinde hemen herkesçe benimsenmiştir. Yıllarca onun girişimine dudak bükenlerin, onunla eğlenenlerin, o girişimi değerlendirmeleri, içlerine sindirmeleri için bir hafta çok kısa bir sure değil midir acaba ? Kemal Tahir de öldükten sonra karşıtlarınca hemen bağışlandı. Oysa neler yazılmıştı onun için. Orhan Kemal’in büyüklüğü çoğunlukla biliniyordu, ama öldüğü gün oy birliği ile kanıtlandı bu… Ataç için de öyle olmamış mıdır? Öz Türkçe, Ataç'ın öldüğü gün büyük bir hız kazanmıştır. Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun da asıl ününü öldüğü gün kazandığını söyleyebiliriz. Ece Ayhan'ı düşünün. Ece Ayhan ölümün eşiğine gittiği günlerde önemsenmişti. Kimse onun kurtulacağını sanmıyordu. Ece Ayhan'ın çok iyi bir şair olduğunu daha çok kimseden duymaya başlamıştık. Ölümden kurtuldu Ece Ayhan. Her şey yine eski durumuna geldi. Söylenen sözler geri alındı. Gerçekten, acımasız bir toplum bizimki.


6 Temmuz 1976

Cemal Süreya


Kafka Okur Dergisini Bulabileceğiniz Yerler...

$
0
0
Kafka Okur Dergisini Bulabileceğiniz Yerler...

Not: Kafka Okur'u Tüm D&R, NT, Remzi, Dost, Kitapsan, İnkılâp Kitabevi, İnsan Kitap ve Arkadaş Kitabevi mağazalarında bulabilirsiniz.

İSTANBUL

Avrupa
Kırmızı Kedi Kitabevi #Taksim Tünel
Robinson #Taksim (Salt Beyoğlu)
Pandora Kitabevi #Taksim
Scala Kitabevi #Taksim
Nezih Kitabevi #Beşiktaş
Kabalcı Kitabevi #Beşiktaş

Anadolu
Nezih Kitabevi #Kadıköy
Gergedan #Caddebostan
6:45 Dükkan #Kadıköy
Secdus #Kadıköy

ANKARA

Dost Kitabevi #Kızılay
Turhan Kitabevi #Kızılay
İmge Kitabevi #Kızılay
Enderun Kitap Kahve Evi #Hamamönü

İZMİR

Yakın Kitabevi #Alsancak
Kitapsan #Alsancak
Pan Kitabevi #Karşıyaka
Kırmızı Kedi Kitabevi #Karşıyaka
Kedi Kitabevi #Bostanlı

Adana

Kitapsan

Antalya

7GR Coffee

Balıkesir

Baykuş Kitabevi

Çankırı

Atılgan Kırtasiye

Eskişehir

Adımlar Kitabevi

Erzurum

Üniversite Kitabevi

Gaziantep

Don Kişot Kitabevi

Giresun

Sahafzade Kitabevi

Kırklareli

Baykuş Kitabevi

Kocaeli

Çağrı Kitabevi #Gebze

Konya

Kitapsan
Pera Sahaf

Mersin

Kitapsan
Kırmızı Kedi
Antik Sahaf

Muğla

Ayrıntı Kitabevi #Fethiye
Baykuş Kitabevi #Kötekli

Sivas

Dünyayı Kurtaran Kitabevi

Tekirdağ

Ütopya Kitabevi / Çerkezköy

Trabzon

Ra Kitabevi

Tokat

Romancı

Rize

Önce Kitap

Kafka Okur’a ürün gönderme âdâb-ı muaşereti!

$
0
0

Çalışmalarınızı kısa bir özgeçmiş ve iletişim bilgilerinizle birlikte editor@kafkaokur.com adresine word belgesi içinde göndermelisiniz. Biliyorsunuz ki e-posta iletilerinde zaman zaman yazı karakteri bozuluyor, paragraf aralıkları kayboluyor – sizin değerli metniniz zarar görsün istemeyiz.

Çok sayıda hatalı /eksik gönderiyle karşılaştığımız için önemle vurguluyoruz: Bize gönderdiğiniz word belgelerinizde muhakkak adınızı-soyadınızı, gönderdiğiniz çalışmanın başlığı ve türünü yazmalısınız. Örnek: “Dilara Baş, Yalnızlık, öykü”.

E-postanızın konu başlığında (subject kısmında) da lütfen bize (şiir / öykü / inceleme / çizim) ne gönderdiğinizi muhakkak belirtin. Bu kurala uyarsanız metniniz ya da çiziminiz doğru editör tarafından daha çabuk değerlendirilir.

Bir e-posta gönderdikten sonra ürününüzün ulaştığına dair otomatik cevap almışsanız lütfen biraz bekleyin. İki e-postanız arasında en az 1ay zaman olsun.

Bize ikinci, üçüncü kez yazıyorsanız daha önce hangi ay ne türde bir ürün gönderdiğinizi muhakkak e-postanızda belirtin. Böylece sizi daha kolay hatırlarız.

Bize çok sayıda e-posta gönderildiğini tahmin edersiniz, her e-postayı cevaplayamıyoruz ama bu konuda elimizden geleni yapıyoruz, emin olabilirsiniz. Metninizi, çiziminizi dergimizde yayınlamaya değer gördüğümüzde sizinle en kısa sürede iletişime geçmeye çalışıyoruz.

Kafka Okur Dergisi Eski Sayılar Kampanya!

$
0
0


4. 5. 6. ve 7. Sayılar (Frida Kahlo, Sabahattin Ali, Tezer Özlü, Oğuz Atay) 25 TL*.

Tükenmeden alın!


Bu kampanyadan faydalanmak  için bilgi@kafkaokur.com adresine 'Kampanya 4-5-6-7!' yazıp 'Adınız Soyadınız ve Adresiniz' ile birlikte mail atmanız yeterlidir. 

WhatsApp // Kafka Okur // +90 530 727 1523

*Kargo ücreti tarafımıza aittir.


Gökhan Demir - Akbank - IBAN: TR82 0004 6007 8588 8000 0645 62


Savurgan Oğul’un Dönüşü

$
0
0

Söz konusu kıymetli bir tablo ise sanatsever sadece resmin güzelliği üzerine konuşmakla yetinmez, resmin ne anlatmak istediği üzerine de akıl yormak ister. Rembrandt'ın ünlü tablosu "Savurgan Oğul'un dönüşü" bu anlamda çok özeldir. Üzerine pek çok yorum yapılmıştır ve hatta bu tablodan ilham alınarak yazılmış kitaplar vardır. Bu tabloyu incelemek bir zevktir, üzerinde konuşmak ayrı bir keyiftir.
Tabloya ilk baktığımızda bir sandalyede oturan yaşlı bir adam ve onun önünde diz çökmüş bir erkek görürüz. Erkek başını yana çevirerek yaşlı adamın göğsüne yaslamıştır ve yaşlı adamda iki elini diz çöken erkeğin sırtına koymuştur. Sağ tarafta ayakta duran başka bir erkek ve arka planda da diğer üç figürden daha silik resmedilmiş, biri kadın biri erkek iki kişi görünür. Peki, oğlu Titus'a adadığı bu tabloda Rembrant bize ne anlatmak istemektedir, nedir bu sanat eserinin öyküsü?

Eserin hikayesi şöyle: Aristokrat bir babanın iki oğlu vardır. Küçük olan oğul, evde ailesi ile yaşadığı hayatttan sıkılır ve dış dünyayı merak eder. Henüz babası hayattayken mirasından kendi payına düşeni talep eder ve tüm parasını alarak evden ayrılır. Uzun yıllar dışarda yaşayıp, gezip gördükten ve tüm parasını bitirdikten sonra eve dönmeye karar verir. Bu süre zarfında kendinden yaşça büyük abisi, ailesi ile kalmış ve babası ile birlikte çalısmış, didinmiştir. Eve donüşünde babası tarafından reddedileceğini düşünen küçük oğul büyük bir özlem ve sevgi ile karşılanır. Ünlü ressam Rembrant, işte tam da bu anı resmetmiştir. Eve varır varmaz babasının önünde diz çöken oğul kurallara karşı gelip ailesini terk ettiği için babasından af diler ve babası oğlunu şefkatle kucaklayarak hemen oracıkta affeder. Oğlunun sırtına koyduğu iki elinden biri daha incedir. İnce olan elin anne şefkatini temsil ettiğini görebiliriz. Daha kalın ve güçlü duran diğer el maskülendir ve babayı temsil eder. Sağ tarafta ayakta duran kişinin yaşlı adamın diğer oğlu olduğu açıktır. Diğer oğul, eve dönen kardeşinden yaşça büyüktür, baba figürü ile aynı tarz giyinmiştir ve koyu renkte resmedilmiştir. Arka planda kalan iki kişiden kadın olanın, oğulların annesi olabileceği tahmin edilirken, diğer kişinin evin hizmetlisi olduğu düşünülebilir. Ressam tabloda bu iki figürü daha silik resmettiğinden, esas ihtimamı baba ve iki oğluna gösterdiği ve anlatmak istediği her şeyin bu üçlü ile ilgili olduğu aşikardır. İki elini birbirine kavuşturmuş bir şekilde ayakta duran büyük oğul, durumdan hiç hoşnut görünmemektedir. Babasının koşulsuz affediciliğini onaylamamaktadır. Kendisi kurallara hiç karşı gelmediği halde evden giden kardeşine hemen kucak açılmasını memnuniyetsizlikle karşılar; babasını eleştirir, kardeşini ise affetmeye hazır değildir. Babası ona şöyle der; "oğul sen hep benim yanımdaydın, kardeşin ise bir ölüydü ve yeniden hayata döndü. O kayıptı, bulundu."

Bu muhteşem tabloda affedicilik ve affedememek kavramları ne de güzel resmedilmiştir.

Bizler de büyük resme bakarak birkaç şeyi sorgulayabiliriz. Bu iki yetenekten hangisinin kendi içimizde var olduğuna bakabiliriz. Ya da daha ileriye gidip, hayatımızda cesur adımlar atıp kendi yönümüze gitmenin cesaretine mi, yoksa daima doğruları yapmak ve onaylanmak uğruna gerçek potansiyelimize ulaşamadan, alıştığımız elllerde daha sığ bir hayat sürmenin ataletine mi sahip olup olmadığımızı sorabiliriz. İçimizde hangi oğul var?

Kafka Okur Dergi, Sanat, Sayı 1, 2014
Esra Pulak

Kadın Olmak

$
0
0

Ters giden bir şeyler olduğu belliydi, Ay'ın yuvarlak çehresinin hüzünlü bakışlarında...

Tanrı'nın onlar için çizdiği çizgiler bölük pörçük kelimelerle yerle bir edilmeye çalışılıyordu.

Güçlü bir ezgiyle diriliyorum yine. Ilık bir çöl rüzgârı tadında esen "Holy Holy"şarkısı damlıyor dilime inceden... Minik bir kız bedenine bürünüyorum, cinsiyetin zincirlere vurduğu geceyi hiç aldırış etmeden. Zamanı düşlerime giydiremezken geçmiş ve geleceği amansızca izliyorum. Görsel bir izlenim yaşatmak isterken 'ben' liğime, her şey şarkılarla değer buluyordu oysa...

Ve yine damlıyor sözcükler ağzımdan. "Holy Holy"...

Belki de hiç anımsayamayacaktım diğer sözcüklerini şarkının ahengini istila ederken. Bu istiladan her defasında kendimden yarım çıkarken 'Tanrının mor şeyleri biz görelim diye yarattığı' düşüncesi kişisel bir burukluğun ön plana çıkmasına yardımcı oluyordu yine...

Alice WALKER'i düşünüyorum aniden. Irkçılığa karşı en büyük manifesto olarak kabul edilen 'Renklerden Mor'un yaratıcısı.

'Bu dünyada kadın olmaktan daha zor bir şey varsa, o da siyah bir kadın olmaktır! 

Hayata kapatırken bir ışığını pencerenin, direnişini sırtlamayı görev edinen Walker dolduruyor odamın boşluklarını. 'Bu dünyada kadın olmaktan daha zor bir şey varsa, o da siyah bir kadın olmaktır! 'sözcüklerini halkın diline pelesenk etmeyi başaran Walker...

Erkek egemen bir dünyada, içinde yaşadıkları toplumların değer yargılarına öznel veya nesnel baskılarına boyun eğmeyen, eşit olmayan koşullara karşın öne çıkan koca yürekler...

Kadınlarımız...

Eşitsizliğin tarihinden bir ışık daha vuruyor gözlere Agnodice tarafından. MÖ 4.yy. da söz konusu eşitsizliğin en bariz ve en tarihsel örneği olan Agnodice...

İdealistliğinden ödün vermeyen Agnodice, Heraphilus'un derslerine girebilmek için erkek kılığına girmeyi göze alan ve bunu böyle sürdürerek jinekoloji alanında kendini uzmanlaştıran geçmişin silueti! O, diğer hekimlerin de pek hoşlanmadığı bu alanda yetenekleriyle büyük başarılar kazandı. Ve kadınların ahlakını bozduğu ileri sürülerek kendisine karşı konularak çıkarılan yargılama kararını bertaraf ederkenki yürekliliğini hangi tarih göz ardı edebilir ki? Cinsiyetini açıklamak zorunda kalan Agnodice yargılama kararını bitirmesine rağmen, erkeklerin katı yasaları tarafından uzmanlık alanları kısıtlanmıştır maalesef. Ve bu olayın tek nedeni 'kadın' olmasıydı... Ne kadar acı olsa da bu bir gerçekti.!

Ve tarihten bu kez karanlık damlıyordu...

Ünlü Blacwell Adası kadın hapishanesine yolculuk ediyorum bir an...

1887!

İnsanlık dışı yaşam koşullarının var olduğu cehennem...

Kadınların çığlıklarına turnusol kağıdını bandıran Nellie Bly...

Renk değişimini dünyanın görmesini istercesine haykırıyordu! Hayatını antidemokratik adımları kınamak ve protesto etmek için şekillendiren ünlü yazar...

Bu kez çığlıklara sözcükleriyle hayat vermiş ve bu yasal olmayan işkenceye kapalı gözleri açmayı başarmıştır!

Rüzgâr şaşırdı!

Artık kapıları ardına kadar aralama zamanı geldi. Yaşamsal eğrilerin acılarını göğüsleyen günahın kızları!

Hiçbir şekilde sonuçlanamayan şehvet duygusunun salyaları minik bedenlere damlarken medya reklamları es geçmiyordu! Şaşıran ve konileşen duygular görsel sonuçları yıldıracak bir sistem çöküşüne ne zaman son verecek?

Cellât ilmiğini boynuna geçireceği gün emekçilerin, en yüce emektarların yaşlarıyla doldurduğu gözlerini kısarak bakacağı gün, çalınacak evrenin kapısı!

Ve Rengin Soysal'dan son sözcükleri yaşatmak istiyorum:

Onlar ne kadar kırılgan ve ne kadar kuvvetli insanlar...

Kırılgan olduğu için kuvvetli...

Kuvvetli olduğu için kırılgan!'

Kafka Okur Dergi, Sayı 1, Deneme, 2014
Havva Kurttekin

Akbaba

$
0
0

Bir akbaba vardı, ayaklarımı gagalıyordu. Çizme ve çoraplarımı didik didik etmiş, sıra ayaklarıma gelmişti. Durup dinlenmeden gagalıyordu; arada bir havalanıp çevremde tedirgin dolanıyor, sonra yine çalışmasını sürdürüyordu. Derken bir Bay geçti karşıdan, bir vakit durumu izledi, sonra niçin akbabaya ses çıkarmadığımı sordu.

"Ne yapabilirim ki!" dedim. "Geldi, haydi gagalamaya başladı; kuşkusuz ilkin kovmak istedim, hatta boğacak oldum kendisini; ancak böyle bir hayvanın gücüne diyecek yok.

Baktım hemen suratıma atlayacak, ben de ayaklarımı gözden çıkarmayı uygun buldum; artık didik didik edilme-lerine de bir şey kalmadı."

- "Vallahi bilmem ki neden bunca işkenceye katlanıyorsunuz!" dedi Bay. "Bir kurşun akbabanın işini görür hemen."

- "Ya?" diye sordum ben. "Peki bunu siz yapar mısınız?"

- "Hayhay!" dedi Bay.

"Yalnız eve kadar gideyim de silahımı alıp geleyim. Bir yarım saat daha bekleyebilir misiniz?"

- "Bilmem," diye yanıtladım ben ve bir süre acıdan kaskatı kesildim, ardından dedim ki:

"Ne olur, siz gene bir deneyin!"

- "Peki, peki!" dedi Bay. "Bir koşu gider gelirim."

Biz konuşurken, akbaba gözlerini bir Bay'a, bir bana çevirmiş, sessiz sakin bizi dinlemişti. Şimdi görüyordum ki, bütün söylenenleri anlamıştı; ansızın havalandı, hız almak için alabildiğine geriye kaykılıp usta bir mızrak atıcısı gibi gagasını ağzımdan içeri daldırdı, derinlere gömdü.

Ben sırtüstü yıkılırken, onun tüm çukurları dolduran, tüm kıyılardan taşan kanımın içinde kurtuluşsuz boğulup gittiğini görerek rahatladım.

Kafka Okur Dergi, Sayı 1, 2014, Öykü
Çeviri: Kâmuran Şipal

Küçük bir Kafka sınavı

$
0
0

“Kafkaesk” nedir?– En iyisi şöyle demek: Hakkımızda verilmiş olan, ancak kimin verdiğini bilmediğimiz hükmü yargılama sürecinden önce kabullenmek. Sonrasında gelişen anlaşılmaz dava sürecinde de cellat olarak hükmün yerine getirilmesini sağlamak.

Ya da: Temelinde, detaylar hakkında son derece net bilgiler edinmemize rağmen, bütünün anlamının esrarını koruması yatan, modernizmin tuhaflığı.

Ya da: Kurtarılma ihtiyacı içindeki biz insanoğluna kurtuluşun hep bir dakika geç kalması. Ya da hiç gelmemesi. Bu sırada ortaya çıkan komedi de yaşamımız oluyor.

Kesinlikle kafkaesk olmayan şey: anlaşılır bürokratik otorite, konuşan hayvanlar, karanlık labirentler ve durmaksızın çalışan saatler, “herhangi bir biçimde” grotesk izlenimi uyandıran, ürkütücü şeyler.

Kafka ne yerdi?– Kafka müzmin bir vejetaryendi. Akşam yemeklerinde ağırlıkla lüks egzotik meyveler tüketirdi. Bu alışkanlığından dolayı onu küçümseyen babası Kafka’ya “fındıkkıran” ismini yakıştırmıştır. Büyük olasılıkla kokteyllere katılacak tiplerden de değildi.

Kafka inançlı bir Yahudi miydi?– Uygulamaya geçirmese de, Yahudilerin yeni yıl bayramlarında yakınlarına kart atmasa da evet, o bir Yahudiydi. Kendisini Batı’ya uyum sağlamış bir Yahudi olarak tanımlıyordu. Gençlik yıllarından beri Doğu Yahudilerine, özellikle de Yiddiş tiyatrosuna büyük ilgi duyuyordu, bu ilgisini yaşamının sonuna kadar korumuştur.

Nişanlısı Felice Bauer’e verdiği ancak tutamadığı ilk söz, birlikte Filistin’e gideceklerine dair verdiği sözdür – Kafka’nın İbranice dersi almasının tek nedeni bu değildir. Milena’yla birlikte olduğu sırada Filistin seyahati yeniden gündeme gelmiştir. Hatta oraya yerleşmeyi bile düşünmüştür. Kafka’nın yükselmekte olan Siyonizme de ilgisi vardır, ancak aidiyet meselesinde kendisine yöneltilen soruya olumsuz bir yanıt verir: “Ben yalnızca kendime benzerim.”

Kafka hangi yazarları severdi?– Kleist, Dickens, Dostoyevski, Flaubert, Grillparzer, Çehov. Kleist da Kafka gibi aklından intihar fikri hiç çıkmayan, sadomazoşist bir yazardır. Kadınlara evlenme teklif edeceği yerde ölüm teklif ederdi. Kafka, Dickens’ı taklit etmekten korkardı. Dostoyevski’de en çok ilgisini çeken insandaki suçluluk duygusuydu. Grillparzer’in bir süre sonra nişanlısına olan aşkı biter. Benzer bir durum karşısında Kafka derinden sarsılmıştır. Onun gibi, uzun yıllar süren nişanlılık sürecini sonlandırarak bir skandala imza atan filozof Sören Kierkegaard’ın fikirlerinin Kafka’nınkilerle uyuştuğunu belirtmek gerekir.

Franz Kafka’nın sevgilisi olmak ister miydiniz?– Hayır. Ama eğer olacaksanız, yatağın köşesinde oturup keyfinizi kaçıracağından hiç şüpheniz olmasın.

Kafka’nın en iyi eseri hangisidir?– Aşk mektupları.

Bu yanıt, bir önceki sorunun yanıtını geçersiz kılmaz.

Kafka kahramanlarının en çok nerede olmasını sever?– Yatakta.

Eserlerinde neden bu kadar çok hizmetçiye yer vermiştir?– Çünkü onlar yatakta yatmaktan da hoşlanırlar.

Kafka’da kaç çeşit karar vardır? – Her çeşit. Alınmış kararlar, alınmamış kararlar, beraat kararları, ertelenmiş beraat kararları vb. Aslına bakarsanız sadece bir tek karar vardır: İdam kararı.

Kafka insanları neden bu kadar etkiler?– Yazarken kendini gözetmediği için. Okur, ondaki bu içten dürüstlüğü takdir etmektedir. Kafka’nın eserlerindeki karakterler, Martin Walser’in de belirttiği gibi “hakiki”, “gerçek”, “insancıl”, “doğal” değildir. Ancak öykünün seyri için vazgeçilmezdirler. Ayrıca neredeyse tümünün iyi bir mizah kapasitesi vardır.

İnsan Kafka’nın etkisinden neden kolay kolay kurtulamaz?– Çünkü ince böcek bacakları üstünüze yapışıp kalır.

Kafka bir dâhi midir?

–Evet.

Karla Reimert, Şipşak Kafka
Doğan Kitap
Illustrasyon: Sernur Işık
Viewing all 150 articles
Browse latest View live